Aborijinler neden tarım yapmadı?

Avustralyalı tarihçi John Hirst, Şubat 2016'da hayatını kaybetti. Hirst’ün 2014’de yayınladığı 'Australian History in 7 Questions' adlı kitabında, başlıktaki sorunun yanıtı da aranıyordu. Hirst’ün kitabından bu konudaki görüşlerini özetledik.

Glover, John, 1767-1849

Source: Mitchell Library, State Library of New South Wales

Tarım 12 bin yıl önce Avustralya’ya yakın yerler dahil çeşitli yerlerde başlamasına rağmen, Avustralya yerlisi Aborijinler avcı ve toplayıcı kalmaya devam etti. Yeni Gine’nin yüksek yerlerinde tarım vardı. Çin’de başlayan tarım Filipinler’e, Endonezya’ya ulaştı. Timor, Vanuatu, Solomon Adaları, yerleşik hayat, bahçecilik ve tarlalarla tanıştı, ama Aborijinler toplayıcı ve gezgin kalmaya devam etti.

Yeni Gine ve Avustralya arasındaki adalarda Melanezyalılar bahçecilik yaptı. Kuzeyli Aborijinlerin Torres Boğazı Adaları’nda bahçecilik yapanlarla yakın ilişkileri oldu. Adalılar ve Aborijinler bildiklerini birbirine öğretti, ticaret yaptı.

Bütün bu ilişkilerde Aborijinler ekim-dikimi öğrendi ama bahçecilik-çiftçilik yapmaya yanaşmadı.
William Blandowski (1822-1878)
Source: Courtesy of National Library
1700’lerde Arnhemland ve Kimberley Aborijin kabileleri Çin’de üretilen ve Güneydoğu Asya’ya yayılan pirinçle tanıştı. Endonezyalılar Çin’de yiyecek ve afrodizyak olarak kullanılan deniz hıyarı toplamak için geldikleri Avustralya’nın kuzey kıyılarında, yemek için yanlarında getirdikleri pirinci Aborijinlerle paylaştı. Aborijinler pirinci sevdi, ancak toprak müsait olmasına rağmen pirinç üretmeye yanaşmadı.

Avustralya’ya beyazlar geldiğinde tarım yapmayan bir halkla karşılaşınca yanıtı kolayca buluverdiler: Aborijinler geri kalmıştı. Beyazların insanlığın gelişimine olan bakışı zaten belliydi: Avcılıktan sürü gütmeye, oradan tarıma ve ardından ticarete geçilmeli ve nihayet sanayi ortaya çıkmalıydı ki, ‘gelişme’ olsun…

Geri kalmışlık giderilebilir, ilerleme sağlanabilirdi. 19. yüzyıla gelindiğinde ırk mefhumunun yayılmasıyla birlikte artık Beyazlar Aborijinlerin ‘ilerleme kapasitesi olmadığı’na inanıyordu. Ama Murray nehrinde ördek avlayan Aborijinleri seyretmek yeterdi. Aborijinler nehrin bir yakasından öbür yakasına, suyun biraz üzerinde duracak şekilde uzun bir ağ geriyor, biraz ilerideki ördekleri ürkütüp, o yöne doğru uçmalarını sağlıyorlardı. Avcılar, yüksekten uçan ördeklerin üzerine ağaç kabuğundan diskler fırlatarak ve atmaca sesi çıkartarak aşağıya dalış yapıp daha alçaktan uçmaya zorluyor ve ördekler ağa takılıyordu. Kaşif Thomas Mitchell, Aborijinlerin ördek avında kullandığı ağı inceledi ve ağın İngiltere’de yapılanlar kadar iyi olduğunu tespit etti.
By Joseph Lycett (1775-1828)
Source: Public Domain
Tarım ‘ileri’ olmanın kanıtıysa, Aborijinler bütün kıta çapında bir tür tarım da yaptı. Nardoo adlı yerel bir otu toplar, kurutur, sapla tohumu ayırır, tohumu taşla ezerek un elde ederler, ateş külünde pişirerek bir tür kek yaparlardı. Avustralyalı ünlü kaşifler Burke ve Wills, son günlerinde açlıktan ölmemek için Aborijinlerden öğrendikleri bu yolla karınlarını doyurdular.

Aborijinlerin kanguru ve diğer av hayvanlarının yiyebileceği taze ot elde etmek için geniş alanlarda otlak yangınları çıkardığı da biliniyor. İngilizler, ağaç altlarının temiz olmasına, çalılıkla kaplı olmamasına şaşırmışlar ve gördükleri manzarayı ‘centilmen parkı’na benzetmişti. Tarihçi Bill Gammage, bu arazi yönetimini tarım olarak kabul eder. Gammage’e göre Aborijinler tarım yapıyordu, ancak çiftçi değildi.

Geoffrey Blainey’e göre, beyazlar Avustralya’ya geldiğinde, Aborijinlerin hayat standardı Avrupalı köylülerden daha iyiydi. Karınlarını doyurmak için günde birkaç saatlik çalışma yetiyordu. Günün geri kalan kısmı oyuna, zevke, seremonilere kalıyordu.

 Aborijinler için toprağın anlamı

Batılı anlamda tarım, toprağa sahip olunarak, üzerinde yerleşip onu işleyerek yapılır. Aborijinler toprağı alma-satma kavramına hiç sahip olmadı. Toprak onlara değil, onlar toprağa aitti. Bir yere yerleşmediler. Kutsal toprağın her parçasıyla ilişkilerini sürdürmek için gezgin kaldılar. Aborijinler kadın için ya da davranışını beğenmedikleri başka Aborijinlerle kavga etti. Ancak toprak için asla savaşmadı. Beyazlarla yaptıkları anlaşmalarda, topraklarını bugün anladığımız şekilde sattıklarını düşünmediler. Anlaşmaların altına imza atarken, belli bir amaçla, geçici olarak bir süre topraktan yararlandırdıklarını düşünüyorlardı. Beyazların toprağın peşinde olduklarını çok geç fark ettiler.
Beyazlarla asla savaşmadılar. Beyazlarla çatışmalar yaşadılar ama bu işgalcileri uzaklaştırmak için değil, davranışlarını düzeltmeleri, ‘yola gelmeleri’ için yaptıkları çatışmaydı. Beyazlarla ilk karşılaştıklarında önce onlardan uzak durdular, sonra da asimile etmeye çalıştılar.
Aborijinler toprağa sahip olma kavramının kendilerine yabancı olması yönüyle Amerikan Kızılderilileri ve Yeni Zelanda Maorilerinden ayrılır. Kızılderili ve Maoriler, toprağa sahip olma kavramına yabancı değildi ve bu nedenle beyazlarla kanlı savaşlar verdiler. Aborijinler, 1788’de başlayan beyaz yerleşim sonrasında, yerleşimciler için hiçbir zaman büyük bir sorun teşkil etmedi. Büyük, kanlı savaşlar, Aborijin ayaklanmaları yaşanmadı.

Aborijinler doğaları gereği kalabalık gruplar halinde değil, küçük gruplar halinde günlük yaşadı. 500 farklı dil konuşur, kabileler birbiriyle geçinemezdi.

Tarım toplumuna geçen toplumlar, kısa sürede toprağa sahip olan ve onun üzerinde çalışanlardan oluşan sınıfsal ayrışma geçirdi. Toprağın metalaşması demek, onun bir parçası olmak değil, ona yabancılaşmak anlamına gelir. Toprağı metalaştırmayan Aborijinler bu sınıf farklılığını yaşamadı. Kızılderililerde olduğu gibi kabilenin bir lideri, bir ‘şefi’ yoktu.

Ticaret mefhumuna da sahip olmadıkları için, yaşadıkları yerleri paylaştıklarını düşündükleri beyaz yerleşimcilerin hayvanlarını ‘çalmak’ta sakınca görmediler. Hoşlarına giden ya da ihtiyaçları olan bir şeyi istemek, normaldi. Kadınlarını verdikleri beyaz yerleşimcilerden karşılık bekliyorlardı. ‘Dilenmek’ diye adlandırılan ve ayıplanan şeyler, onlar için normaldi.

 Avustralya’ya yerleşen İngilizlerin önceliği, Aborijinleri uygarlaştırmak ve Hıristiyanlaştırmaktı. Bu da onları yerleşik hayata geçirerek başarılabilirdi.

Koloninin Valisi Macquarie, 1810’larda Aborijinleri çiftçi haline getirmek için ciddi bir girişim başlattı. Görevli misyonerler, tarlada çalıştırılan Aborijinlere yemek sağlayacak, çalışmayanların yemeği kesilecekti. Aborijinlere göre değildi bu. Yemekleri kesilen Aborijinler dilenerek ya da eski hayatlarına dönerek bu projenin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden oldular. Çalışmaya gönülsüz de olsa devam edenler, kalmak için kendileri için hazırlanan barakaları değil, İngiliz centilmenlerin evlerini istediler. Hatta Sydney’in batısındaki bir yerleşim yerindeki Aborijinler, kendilerinin yerine çalışması için tarlaya İngiltere’den gönderilen suçluların getirilmesini isteyerek yürütme komitesindekileri şoka uğrattılar.

Avustralya’nın kuzeyinde misyonerler ve hükümet görevlileri 1970’lerde bölgeden ayrılınca, bölgedeki bahçeler bir anda enkaza dönüştü. Cape York’ta bu durumu inceleyen bir antropolojist, bahçelerin bakımını sadece dışarıdan gelen Melanezyalıların ve Torres Boğazı Adalılarının yapmaya devam ettiğini, bütün Aborijinlerin ‘bu iş bize göre değil’ diyerek bahçeleri terk ettiğini tespit etti.

Aborijinler, yanlarında çalıştıkları beyaz işverenlerden ücret talep etmedi. Kendilerine göz kulak olan kişi gözüyle baktılar patrona. Karın tokluğuna çalıştılar. 1960’da hükûmet, Aborijin ücretlerinin de beyaz işçi ücretleri seviyesine çıkarılmasını kararlaştırınca, çiftliklerdeki bütün Aborijinlerin işine son verilip, bu gönülsüz işçilerin yerine 8 saat çalışmaya istekli beyazlar alındı. Aborijinler işsizlik parasına yazıldı. Hâlâ önemli oranda işsizlik parasıyla yaşıyorlar.

Share
Published 29 March 2016 11:27pm
Updated 12 April 2016 4:43pm
By Ismail Kayhan


Share this with family and friends